Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

DOST'MUYUZ ?

2 posters

Aşağa gitmek

DOST'MUYUZ ? Empty DOST'MUYUZ ?

Mesaj tarafından wEfsane Ptsi Eyl. 20, 2010 4:36 pm

1. Uzaklık mı?
O bizim için değil dost.
Biz 'yürek devleti'yiz ötelere uzanan...
Açarız avucumuzu,
Dostlarla o dem yürek yüreğe konuşuruz...
Gözyaşımız vardır bizi ayakta tutan;
Bir de gönül selâmımız...
Dost için geceleri tatlı uykumuzu böleriz,
Dost için secdeye kapanır dua ederiz.
Dostun muhabbetiyle gelir Hak selâmı,
Bize en güzel hediye dost kelâmı.
Nice güzellikleri paylaştık dostlarla. Nice değerin ve derinliğin farkına beraber vardık. Ömrümüzün en güzel, en taze, en saf yıllarında; insan olmanın güzelliklerini aynı pınardan yudumladık. Anamızdan atamızdan ilk ayrıldığımız zamanlarda gurbetteki garipliğimizi dostlarımızın yanında hafiflettik. Aynı evi, aynı odayı paylaşırken 'ben'lik canavarından kurtulup; ‘biz’ olmanın ne kadar tatlı olduğunu birlikte idrak ettik. Bugünün dünyasını kasıp kavuran; insanlığın özünü çürüten 'yalnızlık' hastalığından aynı mekânlarda aldığımız terbiyeyle kurtulduk. Hak armağanı ulvi hakikatleri, birlikte solukladık Üzüldüğümüzde beraber ağladık, sevindiğimizde beraber güldük. Ne kadar farklı yaratılmış olsak da, yitirilmiş cenneti yeniden kazanma yolunda aynı rüyayı gördük. Neler yaşamadık ki dostlarla... Biz onlarla, bedenimizle değil, yüreklerimizle aynı yolu yürüdük.
Bütün bu güzelliklerin kıymetini ise yıllar sonra ayrı düştüğümüzde fark ettik
Zaman rüzgâr oldu, yaprak gibi dört bir yana savurdu hepimizi.
Kimimiz Anadolu'ya dağıldı; kimimiz dünyaya açıldı. Kimimiz, ani ve acı bir sürprizle ahiret yolculuğuna erken çıkarak hepimizi şaşırttı. Dünya bu ya, telaşı-kargaşası derken koşuşturmaya daldık. Birbirimizden haber bile alamaz olduk. "Kimimiz doğuda, kimimiz batıda, kimimiz kuzeyde, kimimiz güneyde, kimimiz ahirette, kimimiz dünyada olsak da yine birbirimizle beraberiz." dedik, hiç unutmadık birbirimizi, hiç ihanet etmedik paylaştığımız yüce hakikate...
Ne kadar günahkâr olsak, dünyanın tozuyla-toprağıyla ne kadar bozulsak da, bulansa da gönüllerimiz, hep aynı sızıları duyduk, aynı pişmanlıkları yaşadık. İsraf ettiğimiz, kaybettiğimiz güzellikler karşısında birbirimizin dualarına dayandık. Sadece o dualarla ayakta kalacağımızı biliyorduk. Gecelerini bölen has dostlarımızın duası dünyada güvencemiz, aksiyon pusulamız, ahiret sigortamız olarak iman gücümüzü artırdı. O dualar ki; gönülden gönüle köprüler kurdu. Gözlerimize fer, gönüllerimize ve ruhlarımıza aydınlık kattı, kapılar açtı.
Yollarda yalpaladığımız, sarsıldığımız oldu. Çok defa uçurumun kenarından tam gayyâya yuvarlanacakken dostlarımız tarafından kurtarıldık. Kaç defa büyük günahların eşiğinden dostların bize gösterdiği hüsn-ü zannın utancıyla sıyrıldık:
"Ya Rabbi rızanı kazanmak için dostlarla çıktığımız bu yolda bizleri utandırma. Bizleri kaybedenler olarak huzuruna alma. Samimi dostlarımızın duaları hürmetine, Sen'in gerçek dostların hürmetine, bizi nefsimizin tuzağına bırakma. Bizleri rızan dairesinde buluşanlardan eyle ."
Zaman zaman -insanlık hali işte- şeytana uyduk, birbirimizle kavga ettik, birbirimize öfkelendik, tenkit ve su-i zan hastalığına düştük .
Kavgamız gayemizle çatıştı: "Kardeşlerimden rica ederim ki; sıkıntı ve ruh darlığından veya nefis ve şeytanın desiselerine kapılmaktan veya şuursuzluktan, arkadaşlardan sudûr eden fena ve çirkin sözleriyle birbirine küsmesinler ve ‘haysiyetime dokundu’ demesinler. Ben o sözleri kendime alıyorum. Damarınıza dokunmasın. Bin haysiyetim olsa kardeşlerimin mabeynindeki muhabbete ve samimiyete feda ederim." diyen Hak dostunun cümleleriyle kendimize geldik. Bu hakikatler karşısında, yaptıklarımızdan vicdanen rahatsızlık duyduk, uygun bir zaman ve zemini gözleyerek karşılıklı konuştuk, anlaştık. Uzlaşmanın verdiği hafiflikle eskisinden daha fazla kaynaştık. "Dünya öyle bir metâ değil ki nizâa değsin." satırlarını aynı toplulukta okuduk, hatamızın farkına vardık, pişman olduk. Hatadan dönmenin fazilet olduğunu öğrendik. Üç günlük dünyanın kavgaya değmeyeceğini anladık.
Dostumuzun çaresiz kaldığı zamanlarda -üzüldük belki ama- bunu ona gerektiği gibi belli edemedik. Çaresiz kaldığında hakiki mânâda onun derdiyle dertlenemedik. Efendimiz'in (sas), "Kişi kendi nefsi için istediğini, mü'min kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz." hadîs-i şerifinin gösterdiği ufukta her zaman birleşemedik. Üç günlük dünyanın dostlarla paylaştıkça tatlanacağını, umutların dostlarla paylaştıkça artacağını, ayrı kaldığımızda anladık.
Rabb'imiz, vahdaniyet ve ehadiyet sırrına binaen hepimizi farklı yaratmıştı. Kimimiz yumuşak mizaçlıydı, kimimiz öfkeli... Kimimiz az konuşurdu, kimimiz çok. Kimimiz karamsardı, kimimiz mütevekkil... Kimimiz en küçük bir olumsuzluğa tahammül edemezdi; kimimiz sabırlı... Kimimiz gayemiz için konuşmayı, koşturmayı severdi; kimimiz sessiz sessiz inlemeyi ve fazla ibadet etmeyi...
Allah bizi öyle güzel bir yerde birleştirdi ki; birbirimize bakarak eksiklerimizi tamamladık. Çünkü biz bir vücudun âzâları gibiydik. Varılacak menzil aynıydı; ama bu dergahta hepimizin yeri, vazifesi ayrı ayrıydı. Çarkın bozuk işlememesi, aramızdaki mutabakata (uyuma), karşılıklı anlaşmaya bağlıydı.
Parolamız muhabbet ve uyumdu, husumetle ve düşmanlıkla kaybedecek vaktimiz yoktu. Hâlık'ımız birdi bizim, Mâlik'imiz, Râzık'ımız, Mâbud’umuz bir, bir, bir, bine kadar bir, bir. Hem Peygamberimiz bir, dinimiz bir, kıblemiz bir, yüze kadar, bir, bir.. memleketimiz bir, vatanımız bir...
Zaman zaman, birbirimizi çok ihmal ettik.
İş-güç, çoluk-çocuk derken dostlarımıza hak ettiği değeri veremedik. Zaman oldu kendimizi dünyanın telâşına, kargaşasına, meşgalesine kaptırdık. Aramızdaki muhabbeti artıracak Hak selâmını bile dostumuzdan esirgedik. Nice bayram, nice özel gece geldi geçti, onları aramadık. Bir yerlerde karşılaştığımızda ise "İnan ki hep aklımdaydın; ama bir türlü arayamadım. Bu aralar o kadar yoğunum ki, işten güçten başımı alamıyorum. İlk fırsatta arayacağım." benzeri cümleleri kurarken utancımızdan yerin dibine geçtik, aslında söylediklerimize kendimiz bile inanmadık. Oysa sevdiklerimiz bize bir telefon, bir bilgisayar tuşu kadar yakındı. Çay-televizyon başında hesapsız şekilde israf ettiğimiz onca zaman diliminin yanında, programımıza haftada bir, can dostumuzu aramayı ekleseydik -ki bu bizim en fazla beş dakikamızı alırdı- ne kaybederdik. Veya vazifesi başında ahirete göçen bir kardeşimizin kabrine ziyarete gitsek; ailesinin, çoluk-çocuğunun hatırını gönlünü alsak, varsa ciğeri yanık anasının babasının duasından istifade etseydik, hayatımızdan bir şey mi eksilirdi?! Veya yoğunluğundan yakındığımız işlerimiz ters mi giderdi?! Şöyle bir düşünsek, etrafımıza baksak; değişik sebeplerle şimdi bizimle olmayan, hasta olan, sakat kalan, küskün-kırgın olan arkadaşlarımızın üzerimizde hiç mi hakkı-hukuku yok?! Bir gün kader aynı şekilde bizim de kapımızı çalabilir. Bizim aslî gayemiz, "insanlığı insanlığından haberdâr etmek, insanlığın özündeki değerleri iman hakikatleri ışığında ortaya çıkarmak, insanlığın kırık gönlünü tamir etmek, nerede bir mahzun gönül varsa el uzatmak"sa, bu, bugünkü halimizle tezat oluşturmuyor mu?!
Şunu asla unutmamalıyız: Biz birbirimizden çok şey öğrendik. Şükür bizi Yaratan'a ki -dostlarımız vesilesiyle- bize, kendine ulaşacak yolun ehemmiyetini ve o yolda yolcu olmanın inceliklerini öğretti.
Biz birbirimizden çok şey öğrendik.
Hasılı, birbirimizden öğrendiklerimizle hayata karşı koymayı, bizi bırakıp giden yalancı sevgiler, sevgililer karşısında Hakk'ın yıkılmayan duvarına dayanmayı öğrendik...
Belki açık açık ifade etmedik; ama bizler her şeye rağmen birbirimizi çok ama çok sevdik.
"Biz hasreti sevdik, çileyi sevdik, gözyaşıyla fidan büyütmeyi sevdik. O'nun rızası için derdi sevdik, dertlenenleri sevdik."
Tek başımıza zayıftık belki ama, birlikte güçlü olmayı, fırtınalara karşı koymayı öğrendik.
Dağlar gibi birbirimize yaslandık, omuz omuza dayandık. ‘Bir’dik, uzlaştık, anlaştık, yan yana geldik ve ‘yüz on bir’ olduk. Yarınlar için hep beraber zirveye diktik gözümüzü. Bu uğurda bin defa yenilsek de, düşsek de ayakta olanın elinden tuttuk, birbirimizin desteğiyle ayağa kalktık ve her defasında yeniden başladık.
Dost bizim için her zaman ayar düğmesi oldu. Çünkü o bizim için acısıyla tatlısıyla Hakk'a giden yolda, Allah emanetiydi.
...
Sehl bin İbrâhim şöyle anlatıyor:
İbrâhim bin Edhem'le dost idik. Bir keresinde ağır bir hastalığa tutulmuştum. Bunun üzerine İbrâhim bin Edhem, elindeki bütün her şeyi benim sıhhatim için harcadı. Sonra iyileşmeye başladım. Bir ara kendisinden canımın çektiği yiyecek bir şeyler istedim. Elinde bir şeyi kalmadığından merkebini satıp arzumu yerine getirdi. Sıhhate kavuştuğumda bir yere gitmek için merkep lâzım oldu ve:
"- Ey İbrâhim, merkep nerede?" diye sordum.
İbrâhim bin Edhem:
"- Sattık." dedi.
Sıhhatim yol yürümeye müsâit olmadığı için:
"- Peki ama şimdi ben neye bineceğim?" dedim.
O ârifler sultânı:
"- Sırtıma bineceksin, kardeşim!" dedi ve beni üç konak mesâfesi boyunca sırtında taşıdı.
KISSADAN HİSSE:
İzzet ve ikrâmla dolu, güzel ve iyi günlerde herkes dosttur. Ancak asıl dostluklar zor günlerde ortaya çıkar ve değeri hiçbir şeyle ölçülemez. Bu bakımdan velâyet sırrı, nice kötülüklerle dolu şu dünyâ günlerinde Allâh'a, Rasûlüne ve sâlih müminlere dost olmak ve onlarla dost kalabilmektedir.
Diğer taraftan bilhassa ihtiyaç içindeki mümin kardeşe yapılan ferâgât ve fedâkârlık, Cenâb-ı Hakk'ın rahmetini celbeder. Çünkü Cenâb-ı Hak kullarına karşı sonsuz bir rahmet ve merhamet sahibidir ve Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'i de âlemlere rahmet olarak göndermiştir. Hadîs-i şerîfte buyurulur:
"Şefkat ve merhamet ehline Rahmân olan Allâh da merhamet eder." (Ebû Dâvud, Edeb, 58)
DOSTLUKTAN MAKSAT
Abdullâh bin Mübarek Hazretleri, kötü huylu bir kimseyle yolculuk yapmıştı. Seyâhatleri bitip ayrıldıklarında Abdullâh bin Mübarek içli içli ağlamaya başladı. Bu hâle şaşıran dostları:
"- Neden ağlıyorsun? Seni böylesine mahzûn eden şey nedir?" diye sordular.
O kadri yüce Hak dostu, bir iç çekti ve nemli gözlerle:
"- O kadar yolculuğa rağmen beraberimde bulunan arkadaşımın kötü hâllerini düzeltemedim. O bîçârenin ahlâkını güzelleştiremedim. Düşünüyorum ki; acabâ benim bir noksanlığımdan ötürü mü ona faydalı olamadım? Şâyet o, benden kaynaklanan bir hatâdan dolayı istikâmete gelmediyse, yarın hâlim nice olur!.." dedi ve hıçkırıkları boğazında düğümlenmiş bir vaziyette ağlamasına devam etti.
KISSADAN HİSSE:
Dostluklar dâimâ mânevî açıdan faydalı bir maksat üzerine binâ edilmelidir. Buna göre sâlihlerle dostluk ve ülfet, onlardan istifâde için; sâlih olmayan ve hattâ noksanlıkları bulunan mânen zayıf kimselerle dostluk ve ülfet ise, onlara faydalı olabilmek için olmalıdır. Zîrâ mânevî faydadan uzak ve sırf gafletle örülmüş dostluklar, iki dünyâyı da mahvedecek bir zarar demektir. Ve bu zararın en hafifi dahî:
"Kır atın yanında duran, ya huyundan ya suyundan!" meselince bir âkıbet yaşatır.
Diğer taraftan noksan ve eksiği bulunan kimseleri istikâmete yöneltirken takip edilecek üslûp, menfî bir netice karşısında onları rencide etmek değil, acaba bende bir kusur var mı, diye nefsi muhâsebe etmektir. Zîrâ eğer bizden kaynaklanan hatâlar ve eksiklikler dolayısıyla muhâtabımızı doğru yola sevk edememişsek, bunun hesap ve vebâli çok ağır olur. Gâye, perde olmak değil, perdeleri açıp hakîkati gösterebilmektir.

Nice Güzel dostluklara Oanfm Dostlarım wEfsane 1fincankahvem
wEfsane
wEfsane
Admin

Mesaj Sayısı : 213
Kayıt tarihi : 11/10/08
Nerden : http://www.oanfm.com/

http://www.oanfm.com/

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

DOST'MUYUZ ? Empty Geri: DOST'MUYUZ ?

Mesaj tarafından su.sesi Perş. Ekim 07, 2010 1:10 pm

Tesekkürler elelrıen saglık sahai ustammm cok begendim yazainiz tskler
su.sesi
su.sesi

Mesaj Sayısı : 56
Kayıt tarihi : 04/09/09

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz